
The Last of Us’ta bildiğiniz gibi iki başrol karakteri var; Joel ve Ellie. Joel, hayatın normal akışı içerisinde kaçakçı olarak geç saatlere kadar çalışan biri ama gelişen olaylar sonrası hayatta kalma mücadelesi veren insanlardan birine dönüşüyor ve hatta aynı amaçtaki birçok insana göre çok daha güçlü ve çok daha acımasız; zaten oyun boyunca yapacağınız vuruşlar da bu acımasızlığı size çok net gösterecek. Ellie ise tüm olaylar cereyan etmeye başladıktan sonra dünyaya gelen, yani dünyanın “huzurlu” halini hiç görmemiş, yaşamamış olan, Boston’daki bir karantina bölgesinde yaşayan ve bir noktadan sonra oyun boyunca bizimle beraber takılan, 14 yaşında bir kızcağız.
Bilmeyenler içinse oyunun konusunu kısaca şöyle anlatayım: Bildiğimiz dünya, yine bildiğimiz şekilde dönmeye devam ediyor ve defalarca benzerini gördüğümüz senaryolardaki gibi, bir virüs salgınıyla her şey mahvoluyor, virüsü kapanlar yoldan çıkıyor, sağlıklı insanlara saldırıyor ve iş büyüyüp gidiyor. Hal böyle olunca da sıkıyönetim altında karantina bölgeleri oluşturuluyor ve sağlıklı halkın bu şekilde yaşamını sürdürmesi sağlanıyor. Öte yandan militanlar tarafından yönetilen, belki de sonradan ele geçirilen bölgeler de mevcut ki oyun boyunca bu tip birçok bölgeye uğruyoruz. İyi olarak tanımlanabilecek taraftaysa Ateş Böcekleri adlı bir oluşum yer alıyor ve bizim amacımız da yaptığımız bir anlaşma dâhilinde Ellie’yi istenen yere ulaştırmak ve tabii ki bu süreçte hayatta kalmak.
Detaylara geçmeden görsellikten ve sunumdan bahsedeyim önce. The Last of Us’ın sunumu, oyun içi görselliği, sinematikleri, karakter ve yüz animasyonları muazzam. Bir kere içinde bulunduğumuz dünya, post apokaliptik temaya uygun olarak çok iyi tasarlanmış, doğanın var olma çabası da tüm renkleriyle ekrana yansıyor. Karakterlerinse hem vücut, hem de yüz animasyonları mükemmel. Yürürken, atlarken, tırmanırken, sohbet ederken her şey o kadar gerçekçi ve doğal duruyor ki; özellikle yürüyüş sırasındaki sohbetlerde karakterlerin doğal hareketler sergilemesi, oyunun inandırıcılığını bir üst seviyeye taşıyor. Daha çok sinematiklerde takip etme şansı bulduğumuz yüz animasyonları ise L.A. Noire ile birlikte bugüne kadar gördüğüm en iyi örnek sanırım.
The Last of Us’ta ilerlerken farklı oyun tarzları benimsemek mümkün. Mesela siz çatışmayı seviyor olabilirsiniz ve yeterli miktarda cephaneniz varsa da önünüze geleni vurup ilerlersiniz ama The Last of Us, yokluğun ve kıt kaynakların başrolde olduğu bir oyun olarak ciddi anlamda silah gücü kullanılmasına izin vermiyor. Peki, bu durumda ne yapıyoruz? İşimizi gizliden gizliye halletmeye çalışıyoruz. Sessizce ilerlemek ve düşmanları bu şekilde öldürmek, özellikle kalabalık ortamlarda avantaj da sağlıyor. Birine ateş edince tüm ahaliyi ayaklandırabilirsiniz ama aynı kişiyi sessizce öldürünce diğerleri aval aval gezmeye ya da durmaya devam ediyor.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder